Tatlıcının köşesinde buluştuk. Taksiden inip gözlerini gözlerimden ayırmadan bana doğru yürürken beş gündür görüşmediğimiz gerçeği karanlıkta kararak kayboldu. Onu en son gördüğümde ekru rengi süveterini giymiş, ilk defa sinemaya gitmiştik. Onu son gördüğümde hiç tanışmamış olmayı istemiştim. Şimdi de gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Yanıma iyice yaklaşmadan son bir kez bedenini saran siyah yırtmaçlı elbisesine ve ellerine baktım. Özsaygımı yerle bir eden çirkin elleri hala hayattaydı. Sayısız kadeh kaldıran yamuk parmakları can güvenliğimi tehdit ediyordu. On parmağının onuna da öfkeliydim ama diğer yandan o ellere duyduğum kaçınılmaz minnet bedenimi uyuşturuyor, dizlerimi titretiyordu. Çünkü yine o eller kayıp mürekkebimin yakasına yapışmış, kaybettiğim yazma eylemini bana geri kazandırmıştı. Çünkü o, tenime karışıp yok olan, yok sayan kadın unuttuğum her sancıyı tek tek ve tekrar tekrar hatırlatmıştı bana. Ne zaman baş başa kalsak geçmişi fısıldıyordu dudaklarıma ki bu kulağa acımasızca gelse de benim gibi arkasına bakarak yazan biri için sanıldığı kadar kötü değildi.
Onu kollarımın arasına aldığımda ve nefesinin sıcaklığını soluduğumda gözlerindeki paniğin sönmesi için elimden geleni yapacağıma söz verdim. Tabii verdiğim bu sözü yalnızca ben duymuştum çünkü hem ona böyle şeyler söylemeye dilim varmazdı hem de yaklaşık iki senedir kimseye söz vermiyordum. Kendimi borçlu hissettiğim çoğu şeyi gündelik dilimden çıkarmaya başladığımdan bu yana söz vermemeye dikkat ediyordum.
Yanağından öptüm ve ihtiyacının bu olmadığını anladım. Ne öpüşmek ne sevişmek… O, bu gece yanında birini istiyordu ve muhtemelen gelecek tek insan bendim. Belki o da yaşadığı endişenin, duyduğu korkunun basitliğini bildiğinden bu duruma gülmeyecek tek kişiyi yani beni çağırmıştı. Onu anladığımdan ya da başka bir şeyden değil, gülemediğimden. Sonuç olarak bana özel ya da benim için olan hiçbir şey yoktu ortada. Onu son gördüğümde dört sayfa mektup yazmış ve yollarımızı ayırmayı düşünmüştüm ki o zamanda sebep tam da buydu. Ortada bana ait hiçbir şey yoktu. Aynı şey benim için geçerli değildi. Başkası çağırsa gider miydim? Gecenin köründe arayan annem olsa açar mıydım? Kardeşim korktuğunda bile yatağımı paylaşmamışken tatlıcının köşesinde beklemiş ve şimdi de onunla bu soğuk şehrin ayazında titriyordum. Özüme duyduğum utanç ve şaşkınlıkla bir yandan yürüyor diğer yandan Yasemin'i dinliyordum. Bu gecenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğinin farkında olarak onunla uyuyacak olmaktan duyduğum rahatlıkla yürüyordum. Korkusunda, mutluluğunda ya da aklıma gelmeyen diğer duyguları yaşarken yanında olmam hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Tüm bunlar beni iyi birinden öteye götürmüyordu. Onu bir eş olarak gördüğümde koşar adım kutuplara kaçtığından çoğu zaman beynimi kemiren o değilmiş, soluğumu kesen biri yokmuş, uykularımı kaçıran Yasemin hiç olmamış gibi yapardım. Gün boyu bu halden nasıl çıkacağımı düşünmemiş gibi neler yaptığımı anlatır, nasıl olduğunu sorardım. Az evvel olduğu gibi ayıp olmasın diye belimi sardığında ise içimi kaplayan merhamet duygusuna eğilirdi boynum. Teslimiyetimi, bakkala girerken dolu ciğerlerimi rahatlatmak adına öksürdüğümde ‘’Bensiz kalınca hasta oluyorsun.’’ dediğinde anladım. ‘’Evet Yasemin, sensizlik ruhumu bozuyor. Sensiz kalınca hastalanıyorum.’’ diyemedim. Kutu gibi tekelin içinde içtiğimiz ilk şarabı bulup kasaya bıraktım. Yasemin bensiz kalınca hasta olmuyordu, hatta bensizlik ona hiç de fena gelmiyordu. Ama her şeye rağmen arıyordu çünkü benimle paylaştığı her acı ona haz veriyordu. Belki de yazacağımı bildiğinden buluşmalarımıza bir söyleşi gözüyle bakıyordu. Her şeyi yazdığımı biliyor ve yazılmak hoşuna gidiyordu. Yine de herkesin herkesten kaçtığı şu dönemde bana karşı bu denli kan kaybediyor olması tuhafıma gidiyordu.
Bu gece beni aradığında da ‘’Hiçbir şeyin sebebi ben değilim lan’’ demiştim kendime. Haklıydım. Her şey benim dışımda gelişiyordu ve arkama bakmadan kaçsam kimse ne iyi ne kötü bir şey söyleyemezdi bana. Kaçmak istediğim ilk gün ona da sormuştum: ‘’Neden gitmiyorum?’’ Aşkı da acısı da kavgası da vasatın üstündeydi. Neden gitmiyordum? Tanışalı iki ay olmuştu ve öpüşmelerin sonu özürle bitiyordu. Aldığımız tüm şaraplar ailelerimize içiliyordu. Bu gece de öyle olacağını adım gibi biliyordum. Küllükler doldu, ruhum ağırlaştı, bedenim çürüdü. Ben ona bilmediklerimi, o bana yitirdiklerini anlatıyor, ağlıyorduk. ‘’Hiç yaşamamış olmak kaybetmekten iyi’’ dedi. Yani, şimdi ben Yasemini yaşasam neydi yaşamasam neydi? Yaşamaktan vaz geçsem aklım kalır, kaybetsem yarım kalırım gibi hissetsem de bulunduğum durumun rengini görüyordum. Yasemin’i Yaseminsiz yaşıyordum ve bu zordu. Yasemin’i Yaseminsiz yaşamak, şarkılar dinleyip iki kadehte yatağa devrilmek omuzlarımın kaldıramadığı yersiz bir yüke dönüşüyordu.
Ona göre inatla kollarını sobaya değdiren, parmaklarını prize sokan aptal bir çocuktum. Her şey, her şeyim ona yalan geliyordu. Gel gitleri vardı, bir süre gidip bir anda gelmeleri, kalacak gibi olup sonra yine… Her şey, her şeyim bana anlamsız geliyordu.
Comments