Son seslenişi, iflahı kesilmeden dil dudak dinlenmiş gibi bekliyorum. Neyi beklediğimi bilmeden, konuşuyorum öyle kendimle. Hani olur ya yürürsün; ağırlığını taşıyamadığın düşüncelerin dizlerinde, ne yana gideceğini bilmeden öylece yürürsün. Uzaklarda bir köy vardır, ne ağıtlar dizilir oraya. Bir de işte yazdıkları milyarlarca konuşulmuş; aslında bir satır ezberlenmeyen, buruşturulup bir kenara bırakılmış, ak pak kalemler. Satır aralarından bulaşan; merhamet duygusu öncesi çocukların da hayalleri, masalları vardı. Kahramanları vardı onların, kumdan kaleleri… Bilirlerdi sevmeyi; yüceltmeyi, korumayı bilirlerdi, güven duymayı da. Önce en sevdiği çizgi filmleri aldık ellerinden ya da her şeyin bir sonu olacağını böyle gösterdik onlara. Şekeri alınsa çığlık çığlıktı çocuklar, parktan da gelmek istemezlerdi. Yeşil bir yaşam alanı bırakmadık onlara, doya doya oynasınlar diye. Sahi doğmayan çocukları nasıl ağlattık?
Bir çocuk tanıdım ben: balonları sevmezdi. Kim olduğunun, nerden geldiğinin ne önemi var? Önemli olan ne hissettiği, ne düşündüğüydü. Her çocuğa sorulur değil mi “ Büyüyünce ne olacaksın.” O doktor olmak istemezdi, kan tutarmış, öyle derdi. Oyuncak tabancası, tüfeği de yoktu. Asker de olmak istemezmiş; doğum günlerinde barış dileyen bir çocuk, Sanata pek meraklıydı: böyle iz bırakmak istemiş kin nefret nedir bilmeden. Şimdi anlıyorum ki koşturup oynamak istemiş, çocuk olmak istemiş. Çocuk dediğin; Düştüğü için canı yanmalı, mahallede oynarken bir evin camını kırdığı için azar işitmeliydi. Kir yalnızca üstünde ve boyalarında olmalıydı. Çocukların palyaçolar hakkındaki fikirlerini duymuştum da, bir çocuk neden balonları sevmezdi ki! Kendimden pay biçiyorum: rengârenk balonlar gözüme o kadar hoş gelirlerdi ki. Sonra da gökyüzüne salıverirdim, özgürlüğü benim avuçlarımda solmasın diye. O salınır gider, ben onu izlerdim… O, en çok da balonları sevmezdi; korkarmış patlayınca, bomba sanıp. Yaşı bunun ağırlığını taşımayacak kadar küçük ama ellerini başının üstüne koyup, kendi kendini koruyacak kadar büyüktü benim için. Gerçek olmadığını anladığında ise, yine aynı elleriyle yüzünü kapatıp hıçkırıklara boğulurdu çocuk: Savaş sonrası yıkımlardan biri. Bir savaş çocuğu belki…
Basit düşünelim; çiçeklere sonsuz kıymet verip, en sevdiklerimize hediye ettikten sonra; bir damla canlarıyla üstlerine basıp geçtiğimiz, bu sonsuz nefrette çocukları nasıl koruyalım? Ne oldu da böyle yozlaştık. İnsanlar işsiz, çocuklar işçi. Böyle bir dengenin içindeyken; Çorak bir toprağa benzetiyorum, içinde yaşadığımız dünyayı. Onun için, saksı saksı çiçek yetiştiriyoruz. Yaptıklarımız bir elin parmağını geçmez; yavaş yavaş, öğütüyoruz kendimizi. Bazen bir hayvancıktan görüyoruz, insanlardan görmediğimizi. Hobbesin de dediği gibi ”İnsan insanın kurdudur.” Hayvanlardan en sevdiklerimiz; inek, tavuk, balık…
Yazmadan önce gayet gündelik işlerimle meşguldüm, bir haber kanalı açmamışken ya da elimde gazete yokken bu böyle. Hayatın gerçekleri suratıma bir şamar olarak inse de; acı kadar mutluluk göremiyordum, yoksul insan kadar varlıklı insan da. İki kutuplu dünya düzeninde, adaletsiz bir terazinin üstündeydik. Ya da hileli mi? Güzel gelişmeler de olmuyor değildi. Belki de bulunamamazlık ona bu kıymeti veriyordur. Velhasıl biz sözü şöyle bitirelim: bir bağdan veya bahçeden, sadece bahçıvan sorumlu değildir; Çocuklardan da, sadece aileleri ve öğretmenleri sorumlu değil. Çocuk diyorum hep, belki ben büyüyemedim. Yalnız bildiğim bir şey varsa, herkes çocuktur veya çocuk olmuştur: ”Bu nedenle de çocuklar her türlü şiddet ve istismardan korunmalıdır.” Bunu da bir büyük insan söylemişti. Bundan sonra ne olacak? Benim istediğim; her çocuk bayramında olduğu gibi, bir arada olmak. Tasviri vardır bunun, tüm dünya el ele. Bunu bugünümüze uyarlarsam; buraya bir sonuç bırakıp, sizi okuduklarınızla baş başa bırakacağım. Medeniyet dediğin: sadece tiyatroları izlemek ve operaları dinlemek de değildir. Dışarı çıktığınızda, selamlaşmak insanlık dürtüsü; minnet duymak, 'af etmek' ve dilemek…
Ben görürsem o zamanları derim ki: zulüm zalimi tanısın. O zaman var olsun dört meydanı oluk oluk akan zenginlik; var olsun gökdelenler ve saraylar… Var olsun içindeki taş duvarlar ve arasındaki insanlar. Var olsun daha nicesi. Çocuk çocuk kalsın; kadın, erkek ya da sadece insan…
Yağmur DALAKLI
Comentários