Sen ateşin vardı diyorsun ama yoktu. Uyumadan önceyi de sonrayı da hatırlıyorum. Hastaysam bile her zamanki gibiydim. Beni uyandırdığında dahi uyku sersemi değildim.
Sabaha karşıdır, uyuyalı epey olmuştur sanıyorum. Gün aydınlanmamıştı. Onun orda olduğunu anladığımda kendiliğimden uyandım. Girdiğini görmedim ama bir saniye tereddüt etmedim, şaşırmadım varlığına. Bak tam burada. Ayak ucumda, yatağın kenarında oturuyordu. Bana hiç dokunmadan oturmuş. Ellerini bacaklarının yanına koymuş, yatağı tutuyor. Kalkıp gidecek gibi değil ama sanki beni uyandırmamak için. Nihayet beraberdik. Gelmişti ve akıyordu anımız. Benim için buradaydı.
Aklım yoktu o anda. Hissettiklerimi idrak edecek, yorumlayacak bir fikrim bile yoktu. Bir tek hafızam vardı. Ne yaşadığımı anlamam için onu hatırlamam gerekliydi. Bana yardım etsin diye başımı göğsüne dayadım. Başımı taşıyordu. Kanı dolanıyordu içinde. Sıcaktı. Canlıydı. Anlamaz mıyım? Tanıyorum. Sen olsan sen de tanırsın. Şuursuzluğum bilinmezlikle beraber kopuyordu bizden. Bir maddenin halden hale geçmesi gibi yandım, dondum, kurudum, battım, bittim. Temas ettiğim ten, onca duyguyu benden süzüverdi. Kendinden başka duyumsanacak bir şey bırakmadı. Beni bütünümle etkisi altına aldı. Yüzüyordum artık. Tuzunun kokusundan anlıyordum denizde olduğumu. Kalp atışları dalga oldu. Ben savruluyordum. Sarılıyor muyuz sarılmıyor muyuz önemsiz. Beni boğmaz biliyordum. Yüzmek unutulmaz ki.
O gece ben orada zamanın bittiğine şahit oldum. Zaman durmadı çünkü durduğunu fark etmek için kumlara dokunmak gerek. Bense bir kez dahi dibe batmadım onlayken. Kavuşmamız, öncesinde ve esnasında yaşadığımız özleme değer biçecek tüm dakika, saat ve yılları bitirdi. O yüzden seni sonradan hatırladım diyemem. Belki de seni unutmadan yaşadım onca duyguyu.
Amacım seni ona göstermekti. Bir sürpriz gibi, ödül gibi, karne gibi. Göremediği günlerin hediyesi. Belki benden iyi görmüştü de benim haberim yoktu. Seni düşünmekten soramadım. Başım kaya gibi ağırdı. Kaldırıp koparmam sanki yıllar sürdü. Doğrulunca yüzüne baktım. Ben gülümsedim, onun ifadesi değişmedi. Ne sevinç ne merak. Bakışlarında sadece ilgi vardı. Bir tepkiye ihtiyacım olmadığını biliyordu. Varlığından daha önemli bir anlam olamazdı. Bize ortak olman için ondan kısacık bir süreliğine ayrılıp kapıya yöneldim. Sana seslendim bir, iki, üç, dört, beş kez. Duymadın. Henüz kurumuştu gözlerim, yeniden ağlamaya başladım. Beni bu kadar güzel bir anda üzmeye hakkın yoktu. Birleşince büyüyecek, belki de arşın şimdiye dek yürek değmemiş yerlerine ulaşacak hisleri yarım bırakmaya ise hiç hakkın yoktu. Yokluğun o kadar büyüktü ki onun varlığıyla vedalaşacak imkânı kaybettirdin bana.
Fark etmeye başlıyordum. Beynimde bir yerlerde birbirine karşı duran kapılar açılıyordu. Rüzgâr odalar arasında kuralsız bir hızla geziyordu. Üşüyordum. Daha yeni çıkıyordum çünkü onun sarmalayan gücünden. Yeniden mi doğuyordum? Yoksa ayrılık bu kez böyle mi alt ediyordu beni? Bile bile döndüm onun az önce olduğu yere. Göremeyeceğimi bile bile. Artık her şey açıktı. Seni görmeden gitmişti.
Bundan sonrasını biliyorsun. Her zamanki gibi geç kaldın. Beni duymamanın bedelini günlerdir bıkmadan usanmadan verdiğin tesellilerle ödemeye çalışıyorsun. Derdim üzmek de değil üzülmek de. İstiyorum ki inan bana. Geldi işte. Gerçek bu. İnanman için ne olmalı? Ruhtan, hayaletten ve onlar gibi yalnızca bir kısım insanın inandığı diğer belirsiz varlıklardan bahsetmiyorum. Beni büsbütün içine alan yoğun şefkat ve tanımlayamadığım o sonsuz tesirden daha gerçek ne olabilir? Yaşadığımın gerçek olup olmadığını benden daha iyi kim anlayabilir? Bu bir sihir, yanılsama, rüya değil. Bizim bir bağımız var. Duyulan dünyadaki her şeyden daha güçlü. Ölümden de. Bağımız benim olduğum yerde benimle, onun olduğu yerde onunla. Bedenler ve ruhlardan ötede, hafızalarımızın başladığı yerde.
Sen ne düşünürsen düşün. İstersen dalga geç. Ama bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Seni çağırmak isteyip kucağından kalktığımda yemin ederim, sana yemin ederim, onu gördüğüm son anda seni görmek için benimle beraber kapıya bakıyordu.
Comments