“İnsan eninde sonunda her şeye alışır.”
Albert Camus
“Onunla birlikte olmam imkânsız.” diye geçirdi içinden. O, bir hayalden ibaretti onun için. Ona ulaşmanın bir yolu yoktu. Onun sevgisine karşılık verebilmesi gibi bir ihtimal söz konusu dahi olamazdı. O, vardı ama aynı zamanda o, yoktu. Hayallerini süsleyen bir kadındı yalnızca. Gerçek olamayacak kadar güzel, beraber olamayacak kadar uzak…
Öyle bir gün geldi ki sevgisine karşılık buldu adam. Hayaller artık gerçek, uzaklar ise yakın olmuştu. Uçurumlar kapanmış, mucize denen olgu yok olmuştu. Hayal dünyasından gerçek dünyaya geçiş yapmıştı adam. Bilmiyordu ki gerçekler hiçbir zaman hayaller kadar büyüleyici olamazdı. Zihnimizden çıkıp hayatımıza ulaşan her şey kıymetini az da olsa kaybederdi. Ulaşılmazlığın cazibesi sıradanlaşır, mucizeler rutinimiz olur ve biz alışırdık.
Adam, şimdi hayallerini süsleyen o ilişkiyi yaşıyordu ve gün geçtikçe bu durum artık gözüne çok normal gelmeye başlamıştı. Başlangıçlarda aşkın zirvesindeyken bu durum hala olağanüstüydü onun için ama aşkın zirve dönemi bitip durağan dönemine gelindiğinde adam da gitgide kanıksamıştı ilişkisini. Mucizeler yoktu artık.
Öyle bir gün geldi ki kadın adamın ilgisinin azaldığını fark edip adamı terk etti. Adamın monotonlaşmış hayatına o gün renk geldi. Bu renk tehlikenin rengiydi. Ona ait olan bir şeyin yüzüne bile bakmıyordur belki o güne kadar ama elinden kayıp gideceğini anladığında artık en değerlisi o olmuştur. Bilmediği bir şey vardı ki o da kimsenin kimseye sahip olamayacağı gerçeğiydi. Karşımızdaki kişiyi çok sevebiliriz, çok fazla özveride bulunabiliriz ama onun üzerinde hâkimiyet kuramayız. Ona ait değildi ki onu kaybetsin. Hayallerimizin gerçek olması ona sonsuza kadar sahip olduğumuz anlamına gelmezdi. O yüzden olayları ve kişileri sıradanlaştırırken bu gerçeği göz ardı etmemek gerekti. Kadın adamı terk ettiğinde elindeki en değerli hazinesini kaybetmişçesine bir boşluğa düştü adam. “Ben asla onsuz yaşayamam, o olmazsa ölürüm. Bundan sonra hayatıma devam edemem” dedi. Ama yaşadı. Bunu da kanıksadı zamanla. Bitti sandığı hayatına öyle güçlü devam etti ki gücüne şaşırdı.
Ve öyle bir gün geldi ki, gözünde büyüttüğü her şeyin kendinden daha büyük olmadığını fark etti adam. Büyüttüğü şey olay değildi. Olayı algılayış biçimiydi. Sorun, zihninde bazı şeylere fazla yer vermeseydi. Dersini almıştı adam artık. İnsanın her olayı, her durumu sıradanlaştırdığını ve değerin sonsuz bir olgu olmadığını öğrendi. Değer dediğimiz şey sürekli dönüşen bir hazineydi. Önemli olan değerin tükenmesi değil varken kıymetini bilmekteydi. Ve de hiçbir zaman asla dememek hayata alışmamızın en kolay yoluydu…
Asla olmayacak denen keşkeler dünyasının bir parçası olarak alışıyoruz. Adına alışkanlıklarımiz diyerek...sanırım alışmiyor kabulleniyoruz...tebrikler