Elimdeki çayı yavaşça yere bırakarak Arslan amcanın yanına oturdum. Başta İstanbul olmak üzere pek çok yerde görmediğimiz veya unutmaya başladığımız bir zamanlar bizler gibi hayatlarını sürdüren insanların yaşamlarının küçük ama önemli detaylarını ona sorduk ve sokakları ondan dinledik.
Arslan amca, 62 yaşında ve kendisi bir evsiz. Bugün onları yalnız, tedirgin, öfkeli, tuhaf bakışlı ve zor öykülere sahip insanlar olarak tanımlamaktayız. Bu gibi daha birçok kalıba sığdırılmış ama belki de hepimizden daha insan olan ve hayata daha farklı bakmayı yaşadıklarıyla çok iyi öğrenmiş olanlardan sadece biri Arslan amca. Onlar, hemen hemen dünyanın her yerinde sayıları gittikçe artanlar, üç beş eşya ile otobüs terminallerini, tren garlarını, hastaneleri ya da bankomatları geçici ya da sürekli mesken olarak kullananlar ve daima ötekileştirdiklerimiz. Arslan amca, kendi öz ailesinde yaşamış olduğu sorunlar itibariyle kaderinin o gün değiştiğinden ve sokaklara böyle itildiğinden bahsediyor. Daha çocukken abisinin düğününde altınlarını çalmakla suçlanarak kendisini sokaklarda bulmuş. Şu an 62 yaşında olmasına rağmen hala bunun acısını iliklerine kadar hissetmekte. Evden kaçıp sokakta yaşamaya başladıktan sonra bir süre Eskişehir’e gitmiş.
Bir kış boyunca yaşamını orada devam ettirmiş. Sonrasında “İstanbul’un taşı toprağı altındır.” sözüne dayanarak kendisini İstanbul’da bulmuş. Yaralı bir martının denize sarılması gibi İstanbul’a sarılmış ama hiç de hayallerinde düşündüğü gibi olmamış. Uzun süre Galata Köprüsü’nde ve surlarda geçirdiği zamanla bizleri alıp bambaşka yerlere götürmeyi başarıyor. Kışların çok sert geçtiğini fakat yazların onlar için çok yıldızlı çimen Palas Oteli olduğunu bize mizaç ama bir o kadar da acı bir şekilde dile getiriyor: “Kar yağdığında, belediye ve valilik, bizleri alarak misafirhane veya spor salonlarına yerleştiriyor. Oralara gittiğimizde, birkaç hafta sonra tekrar sokağa döneceğimizi iyi biliyoruz. Bu kez de sokaktaki evimi kaybetme korkusu yaşıyorum. Ben ve benim gibiler sadece kar yağdığında hatırlanıyor, ben sadece bu günlerde hatırlanacaksam hiç hatırlanmak istemiyorum.”
Arslan amca, en büyük isteğinin de artık bu sorunlara bir çözüm getirilmesi gerektiğini ve toplumun ötekileştirme hareketini en iyi şekilde törpülemesini istiyor. Kimsenin onlara acıyan gözlerle bakmamasını ve “Bir depreme bakar, İstanbul’un yarısı 30 saniyede evsiz kalır, kimse kendini güvende sanmasın.” sözleriyle bizleri güzelce bir silkeliyor. Sokakta yaşamanın en büyük dezavantajlarından bir tanesinin tehlikeler olduğunu söyleyen Arslan amca, madde bağımlılarının evsizler için büyük bir tehlike arz ettiklerini şu sözlerle dile getiriyor: “Uyku yarı ölüm demektir kızım, ben uyurken bu dünyaya bırakabileceğim bir canım var. Onu da sizin tabirinizle ite uğursuza mı bırakayım?” Gece uyurken savunmasız kaldığı, hırsızlık, gasp, cinayet ve tacizle karşılaştığını kayıt dışı bize bütün şeffaflığıyla açıklıyor. Arslan amcamız, bugün sadece evsizlerden biriydi. Sokakta kalarak her şeyle aynı anda mücadele etmeye çalışıyorlar. Evsizlerin arasında üç-dört aydır sokakta yaşayan da var, 14 yıldır dışarıda kalan da. Onlar sadece yalnız kalmamak, fark edilmek istiyor. Aslına bakarsanız yoklar içinde var olan Arslan amca, yok olan bizler.
👏✨