Müzeyyen… Öyle bir kadın ki Müzeyyen toplumun kadına atfettiği rolleri elinin tersiyle iten, başına buyruk bir edayla kendi yolunda yürüyen… Güçlü ve pervasız… Bir o kadar da ürkek ve aidiyetsiz… Özgür olmayı isteyen ama uçmayı unutan bir kuş gibi… Peki, Arif hangi Müzeyyen’e âşıktı? Yoksa Müzeyyen’e değil de yalnızca ulaşılmaz olana mı âşıktı? Fransız bir psikanalist olan Lacan şöyle der: “Arzuların nesnesi daima eksik olmalıdır.” Belki de Müzeyyen, Arif için bir arzu nesnesinden farksızdı. Asla tam olarak ulaşamadığı ve ulaşamayacağı bir arzu nesnesi…
Filmin girişinde Arif’in bir ilişkisi olduğuna şahit oluruz fakat bu ilişkinin sadece adı vardır. Kadın ile erkek arasında göze çarpan yoğun bir tutku ve aşk yoktur. Arif, kadının hayatındaki bir hayalettir adeta. Kadın ile dışarı çıkmaz, kadının arkadaşlarıyla tanışmaz… Kadının hayatında Arif hem vardır hem de bir o kadar yoktur. Arif, o sıralarda yazdığı kitapta merkeze erkeği koyarak kadın karakteri geri planda aktarmayı planlar fakat Arif’in romanını yayımlamak isteyen yayınevi sahibi, kitaptaki kadın karakterin daha görünür olması gerektiğini söyler. Ardından gelen sahnelerde ise Arif, Müzeyyen ile tanışır. Ben bu noktada Müzeyyen’i, Arif’in romanı için kurguladığı bir karakter olarak yorumluyorum. Silik olan kadın karakter ancak Müzeyyen ile bu kadar belirgin bir hale gelebilirdi. Müzeyyen her ne kadar geleneksel kadın rollerinin dışında kalıyorsa aslında Arif’in de bir o kadar geleneksel erkek rolünün dışında aktarıldığını görüyoruz. Film, bu noktada bizi alışılmışın dışına çıkartarak toplumsal kalıpları yıkmaktan geri durmuyor.
“Bizim buralarda kadınlar ayıp/günah/yasak üçgeninde sıkıştırılmış vaziyettedir. Ama öyle görünüyordu ki, Müzeyyen bu üçgeni çoktan yırtmış, yerine bir şeytan üçgeni yaratmıştı…”
Peki Müzeyyen, Arif için gerçekten ulaşılması imkansız olan bir arzu nesnesi miydi? Müzeyyen’in Arif’i evine davet etse bile hayatına tam olarak dâhil etmediğini görüyoruz. Aralarında hep ince bir tül var gibi… Arif ne yaparsa yapsın o tülün ardındaki bulanık görüntüsünü silmeyi başaramıyor. Müzeyyen’in babaannesinin evine gittikleri sahnede Arif, Müzeyyen hakkında hiç bilmediği şeyleri Müzeyyen’in babaannesinden öğrenir. Geçirdiği kazayı, anne babasını kaybedişini… Müzeyyen’in evinde sakladığı geçmiş ilişkisinden kalan fotoğraflar ve banyoda duran o tıraş köpüğü bile alay eder Arif ile. Arif, Müzeyyen’in evinde yaşarken bile üçüncü kişiler hep oradadır ve sanki o, Müzeyyen’i hep başkalarıyla paylaşmak zorundadır. Müzeyyen ile birlikte olmasına birliktedir ama yine ona ulaşamamıştır. Arzuladığı nesneyi elde edememiştir ve edemeyecektir. Arif, Müzeyyen’in kötü gününde de gerçek anlamda yanında olduğunu hissetmez. Babaannesinin ölümünden duyduğu acıyı onun kollarında ağlayarak yaşasın ister ama Müzeyyen, Arif’in değil de eski sevgilisi Halil’in kollarında ağlar ve Arif o gün yine Müzeyyen’i başkasıyla paylaşmak zorunda kalır. Cenaze evindeki küçük kız çocuğu o gün Arif’in sırdaşı olur ve Arif, Müzeyyen’in hayatında bir yeri olmadığını o küçük kıza itiraf eder:
“Müzeyyen ablanın neyi olduğumu ben bile bilmiyorum.”
İşte Müzeyyen buydu. Arif’i hayatına almaya, Arif ile yakınlığını derinleştirmeye veya Arif’i etkilemeye ilişkin bir kaygı barındırmıyordu yüreğinde. Sanki Arif olsa da olurdu olmasa da olurdu ama Arif için öyle değildi. Evliliği o ana dek hiç düşünmeyen Arif, “Neden gitti? Onu hiç ihmal etmedim. Hep gözlerinin içine baktım. İstese onunla evlenebilirdim bile” diyerek ezberlerini bozmuştur Müzeyyen karşısında. Müzeyyen gittiğinde bile ilk kez gitmemiştir aslında. Müzeyyen, Arif’i illa ki bir gün terk edecekti çünkü oyunun kuralları böyleydi. Müzeyyen aidiyetsizdi. Arif ise aidiyetsiz olana âşık olandı. Yani ulaşılmaz olana…
Filmin sonunda Arif’in romanı yayınlanır ve Arif, Müzeyyen ile vedalaşmasını yapar. Müzeyyen, romandaki yerini almış ve Arif’in hayatından çıkmıştır. Bu hayali yüzleşmede Müzeyyen, Arif’i terk etme sebebini başka bir erkeğe bağlar. Arif onca zaman kendisine ‘neden’ sorusunu sorarak o kadar çok belirsizliğe maruz kalmıştır ki bu hayali vedalaşmada kendi reddedilişine makul bir gerekçe arar belki de. Sonuçta en kötü gerekçe bile, belirsizlikten iyidir. Belirsizliğini hayali vedasıyla gideren Arif, Müzeyyeni orada bırakır ve yoluna gider. Veda vakti geldiyse ve insan daha fazla çay içmek istemiyorsa yapılacak pek de fazla bir şey kalmamıştır nihayetinde. Böylece sevdiği kadına derdini anlatamayan zira kendi de anlamayan bir adamın hikâyesi sona erer.
“Hayat böyle bir şey değil mi zaten? Hep baki bir soru işareti orada öylece durur. Parçaları bir araya getiremezsin ve buna da aşk derler.”
KAYNAKÇA
Commentaires