google-site-verification: google5de5c95d93b82466.html
top of page
Yazarın fotoğrafıAyşe Süreyya Özavar

Mihrap: Âşık Gönlün Meyli



‘‘Mihrâb-ı kaşuñ tâkı durur kıble-i cânum

Dil kıblesine secde kılayın mı ne dirsin’’[1]


Kıble; sığınılan, başvurulan, mukaddes tutulan makamdır. Gönlün kıblesi de makamların en üstünü, iltica edenlerin şüphesiz rahata kavuşacaklarından emin oldukları yerdir. Öyle ki, cânın kıblesi, sevilenin kaşının mihrâbına yönelmişken bu maruzâttan elbet ümitvâr olunur. Âşığa ar değildir mâşukuna el açmak, ondan talepkâr olmak, mâşukunun adını kendi adından ziyâde anmak.


‘‘Zülfü rüхsarındır ərrəhman-ələl-ərş-istiva,

Kə’bənin mеhrabı qaşın, fitnəli еynin хətib.’’[2]


Gönlün kıblesini yanağına düşen tek bir saç tutamıyla, yerle göğü birbirine katarcasına, tepetaklak eden yâr; kutsal mâbedin yönelinen noktasında, herkesi birbirine düşüren gözleriyle barış sözleri fısıldıyor insanlığa.


Zamanının tezkirecileri tarafından güzelliği kayıtlara geçirilen[3] Mihrî Hatun da zamanının ve benliğinin ötesindeki Nesimi de maşukun kaşını mihrap, adım attığı yeri kıble bellemişlerdir. Bunca ihtimam, fedâkârlık ve ferâgat hiç şüphesiz mâşuk tarafından dert ile ödüllendirilir. Aşığın kaderi derde düştüğü ilk ânda yazılır. Âşığın kaderi, biteviye elem, ızdırap ve ayrılık doludur.


‘‘Arz-ı hâl etmeğe câna seni tenhâ bulamam

Seni tenhâ bulacak kendimi aslâ bulamam’’[4]


Derzizâde Ulvî’nin deyişiyle aşk bir medcezir, bir zelzele hâlidir. İnsanı bîkarar kılar, dediğinden döndürür, girmeyeceği yollarda yürütür, yapmayacağını yaptırır, yazamayacağı şiirler yazdırır.


Şaşakalmış olan âşığın derdi devleştikçe aşk yangınını gizlemek imkânı kalmaz. Ağyar bu yangına ne su olup alevleri söndürebilir ne de rüzgâr olup estikçe yangının şiddetini artırabilir. Yangını dindirmek yahut alevlendirmek kudreti bir tek maşuktadır. Âşığın tek dermanı, çıkış yolu, merhemi maşukken, maşuktan eman dileyecek takati de yoktur. Fuzûlî’nin deyişiyle:


‘‘Kime izhâr eyleyem bilmen bu pinhân derdi kim

Var yüz bin derd-i pinhân kudret-i izhâr yok’’


Dert, başı dumanlı dağlardan hâllice kıldığı insanın kalbini demir eldivenler geçirdiği gamdan elleriyle yoğurur, yorar. Yorulmuş kalbin kelimelerle işi yoktur. Kelimeler, yüreği talan eden acıyı sanki tahfife alır, onu küçümser, hatta yok sayar. Hangi acı vardır ki kelimelere sığınıp da yâri döndürsün… Mâşuktan ‘insaf’ beklenir şey değildir.



Fuzûlî’nin satırlarında âyân olan çaresizlik Recaizade Mahmut Ekrem’in satırlarında ümitsizliğe gark olur.


‘‘Gül hazîn, sünbül perişan, bâğ–zârın şevki yok,

Dertnâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki yok.’’[5]


Hani o ilk bakışta felekler vâdeden gözler nerede? Hani zemheri kışı bitirip baharlar getiren, karanlık çağları kapatan aydınlık gözler nerede? Hani cüret edemeyerek iç sıkan kelimelerle adını yan yana getiremediğimiz yârin merhameti nerede?


‘‘Gâhî ikrâr eyleyip gâhî döndüm inkârdan

Aksini seyreylerim âyînede dîvârdan

Gerçi bu sûretle pinhân eylerim ağyârdan

Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim’’


Hicran, yani ayrılık; dert, yani insana sıkıntı veren her türlü şey ve aşk, yani insanın kendini bulması ve kendi olması yolculuğu bir yoldaşı bekler. Yoldaş hangi eziyeti ederse etsin, ‘cân’dan sayılacağını Şeyh Galip ne de latif ifade etmiştir zira derdin nedeni mâşuk olsa da dert ekmeğini mâşuk böldü mü azık tatlanır, acı sular Kevser’den yudumlanır. Bu yüzdendir ki Karacaoğlan nihai kertede sevgiliye işte böyle seslenir: ‘‘Sen dururken derdim kime dökeyim / Uyan ey gözünü sevdiğim uyan’’


Dert bir tek sevilene döküldüğü gibi, derdin nedeni de yalnızca gönülçelen o yârdır. Yenişehirli Avni Bey’in deyişiyle:


‘‘Sanman taleb-i devletü câh etmeğe geldik

Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik’’[6]


Edilen âh, müsebbibinden ötürü kıymetliyken âşığın yüce yüreği, dünyada kıyamet kopsa kılını kıpırdatmayacakken yârinin kaş çatışında altüst olur. Bu hakikati Qövsi Tǝbrizi: ‘‘Kimi can etdi, kimi könlünü dildarǝ fǝda, / Bilmǝnǝm mǝn ki, yoxumdur, nǝ edim yada fǝda?’’ diyerek dillendirir. Belki bu beyte bir şerh de şöyle düşülebilir: yâr yâda -hatıra- düşer, yadların -yabancıların- yanımızda yöremizde yeri yok.

Qovsi divani-əl yazma


Velhâsılı, sevilenin kaşına meyyaldir sevenin yüreği; başı eğik, beli bükük, dizleri tutmaz bir hâlde yârin huzurundadır. Yârin huzurunda dil dönmez, akıl tutulur, göz görmez olur. Bu hâle deli diyenler de olur divaneden hâllice Mecnun diyenler de. Mecnunlardan özge bu derdi çeken bir Fuzûlî olsa da[7] aşk derdiyle yananlar her daim mum gibi çevrelerini aydınlatmışlar, Güneş misali bütün mahlukatı ısıtmışlardır. Âşığın vuslat nedir bilmez hasretini, sese söz gelmez ahvalini, yârin huzurundaki perişan hâlini Məmməd Araz ne de güzel anlatır:


‘‘Sənsiz bir anıma dedim bir ildi,

Dərdimi nə bacı, nə ana bildi...

Məhəbbət önündə qəddim əyildi

Bir sənin, bir sənin eşqinlə, gözəl!’’


Vesselâm.



Bu mütevazı yazı; beni muazzam cevherleri haiz Azerbaycan edebiyatıyla tanıştıran, çok sevgili dostum, refîkam, yoldaşım Ayşe Sevgi Hacaloğlu’na ithâf edilmiştir.



[1] Mihrî Hatun (2018), Mihrî Hatun Divanı, (Haz. Mehmet Arslan), Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, s. 117 (E-kitap için bkz. https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-208575/mihri-hatun-divani.html erişim tarihi: 31.01.2023). [2] İmadəddin Nəsimi (2004), Seçilmiş Eserleri, C. 1, Bakü: Lider Neşriyyat, s. 26. [3] İbrahim E. Erünsal (2020), “Mihri Hatun” maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (C. 30), s. 37. [4] Akt. Hayati İnanç (2019), Can Veren Pervaneler, 14. Baskı, İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı, s. 41. [5] İnanç: s. 33. [6] İnanç: s. 59. [7] Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var.


KAYNAKÇA

Mihrî Hatun (2018), Mihrî Hatun Divanı, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını.

İmadəddin Nəsimi (2004), Seçilmiş Eserleri, C. 1. Bakü: Lider Neşriyyat.

Erünsal İ. E. (2020), “Mihri Hatun” maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 30, s. 37.

İnanç H. (2019), Can Veren Pervaneler, İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı.


206 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page