''Yardım et bana! Söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla.'' (Franz Kafka, Milena'ya Mektuplar)
Evet, az konuşan, çabuk yorulan, yaşama ve yaşamın içindekilere tek bir çizgiden bakmayan bunu olur da bir gün istese dahi yapamayacak biriyim. Evet, çabuk bağlanan dolayısıyla kırılan biriyim. Muhtemelen annemden gördüğüm gibi yapmamak adına dişlerimi saklayan sessiz bir kimseyim. Ona -anneme- en nihayetinde bir insan olarak bakamadığımdan hem fiziksel hem duygusal anlamda kaçan bir kimseyim. Acınanlara acımadan, el alem çerçevesinde bakmadan yaklaşan biriyim. Tek gerçeğin farklılık olduğunu gören bir kimseyim. Sıvı değil. Gri değil. Berlin duvarı değilim.
Evet, duruyorum. Evet, susuyorum. Evet, seviyorum. Evet, ağlıyor ve gülüyorum. Evet, kimsesizlerin kimsesiyim. Belki yarın olmam. Birinin bir şeyi olmak gibi gayem de yok. Kimsenin iyelik eklerine geçmez sözüm. Bu cümlenin en iyi manevi örneği de sensin. Ben hükümdar değilim. Bu dünyanın kimseye kalmayacağını bilen biriyim. Bu yüzden hiçbir şeyi değiştiremediğimi, değiştiremeyeceğimi anladığımda susuyorum. İnsanları etkilemekten çekiniyorum. Şimdilerde insanlar dinlemeden, kendini duymadan konuşuyorlar. O kadar çoklar ki... Bu yolu sevmiyorum. Birini kırınca, üzünce hatta güldürünce bile bir kazancımız yok. İşte tam da bu yüzden senin açık görüşlülük dediğin kimilerinin rahatlık veya boş vermişlik dediği şekilde yaşıyorum. Ama bana soracak olursan yaptığım şey insanları duymak. Özel bir şey değil yaptığım, biliyorum. Ama bana hükmetmekten, keskinlikten daha iyi gelen şey bu. Farklı insanların farklı hikayelerini işitmek, çizgilerini görmek, şarkılarını işitmek... Bunları yaparken adım yok, cinsiyetim yok, vasfım yok. Bununsa bana sağladığı, yazmak. Kazancım bu. Birilerini duymak, onlara zaman zaman iyi gelmek ve sonra kafamın içinde (evirip çevirip) her birinin içime dokunduğu noktayı görüp yazmak. Yanlış anlama, yeni hikayeler için tanışmıyorum kimseyle. O hikayeler zaten bende mevcut. Farklı insanların farklı açılarını ediniyorum sadece. Senin anlayacağın dilden söylemem gerekirse her gün aynı yemeği yemiyorum. Aradığım, beklediğim bir şey yok. Kalabalık masalara bağımlı da değilim. Şu an olduğu gibi yolumun üstündeki bir kafede tek başıma kahve içebiliyorum. Bir telefon uzağımda olan ya da çağırsam gelecek insanları aramadan kendimle geçirebiliyorum zamanı. Ama bilirsin beklediğimizin tam tersiyle karşılaşırız ve aradığımız bir şey olmadığında bulduğumuz şeyler daha fazladır. Bu yüzden sende bir şey aramıyor ve beklemiyorum.
Hislerim hakkında yazmamı bekliyorsan yazayım. Birini pencere kenarına çiçek koyacak kadar sevdim. Birini mektup yazacak kadar. Birini de dalgalı deniz gibi sevdim. Artık dinlenmek istiyorum. Düzen değil. Artık paylaşmak istiyorum. Senden bir şey beklemiyorum. Bana yatak almanı, işini bırakmanı... Bana özel bir şey yapmana gerek yok zaten her temas iz bırakır. Ben değerli bir insan olmaya alışığım. Mutluluk dileklerine de... Bir tek bunu istemiyorum senden. Çünkü sıkıldım. Senden naçizane isteğim baktığım, gördüğüm yerde durman. Elimi uzattığım yerde olman. Çünkü aşılacak olarak adlandırdığımız ama en aşılmayan şey mesafe.
Çok gencim bu yüzden keskin değilim. Keskinliğe ihtiyacım yok. Net tercihlerin zamanında olduğumu düşünmüyorum. Yalnızca isteklerin zamanındayım. Ne istediğimi bilmediğimde de “bari istemediğim şeyleri yapmayayım” diyorum. Sıvı değilim. İnsanlar benimle yargılanmayacaklarını bildikleri için rahat konuşuyorlar. Ve senin de söylediğin gibi onları dinlediğimi hissettikleri için. Çünkü bu bizim dilsiz duvarlardan bile beklediğimiz şey. Demek ki buna ihtiyacımız var. Bense bunu yapıyorum. Kriter oluşturmadan, pozisyon almadan, maddi beklentim olmadan bunu yapıyorum. Kavga etmeden, bağırmadan açılarımı genişleterek yapıyorum bunu. Ve vardığım yerde baskı yok, savaş yok. Herkesi kabullenmem herkesi sevdiğim, desteklediğim anlamına gelmiyor. Sana hayatın handikabını söyleyeyim mi? Kabullenmek. (Hastalığını kabullenmeyen kanser hastasının dünyada az zaman geçirmesi gibi ya da bizim gibi farklı görülen çocukların onları kabullenmeyen ebeveynleriyle ilişkilerinin bok gibi olması gibi nice örnek verebilirim sana.) Kabul, ömür uzatır.
Birini (tabiri caizse) unutmanın temeli de bu. Ondan öncesini, onunla olan hali ve sonrasını kabullenmek. Hala översek onları ya da bok atarsak körelmezler. Eğer yapamazsan bunu ki yapamadığını söylüyorsun işte tam bu zamanda ne yapılacağını kimse bilemez. Bence böyle bir durumda bulunduğum yeri terk etmeliyim. Niye inatla duruyorum? Yanında durma isteğimi bastıramayışım neden? Seni sevmediğimi iddia ederken asıl sevmeyen sensin. Bunu
görüyorum, niye gitmiyorum?
Gördüğüm diğer şeyse yıpranacağım. Çünkü yıpranan insanın yıpratmaktan korkacağını, o hissi bildiği için karşı tarafa bunu yaşatmayacağını düşünsek de o işler öyle olmuyor. Yıpranan insan gün geliyor yıpratıyor. Sen beni kıramazsın ama beni yıpratabilirsin. Sen beni kıramazsın çünkü kimse kimseyi kıracak kadar ezberlemeye niyetli değil. Ama dediğim gibi (şu an olmasa da ilerde bir gün) beni yıpratacaksın. Ama ben o değilim. Benden “başka birine aşık oldum” gibi tuhaflıklarla kaçma. Çünkü ben baban değilim. Sana zaman vermiyorum, doğruluk ya da mantık peşinde değilim. İsteklerimizin gerçekleşemeyeceğini de biliyorum. İnsan hep kendinden taraf olsa da zaman değil. Ve altını çizdiğim bu kelime gerçekten değerli. Bu yaşlarda ne kadar hiç etsek de...
Geçmişi düşünmemem zamanla beni uzaklaştırdı. Olan ve bitenin altında ezilmeyeceğim. İnsanım, ağlarım gülerim... Ama ezilmeyeceğim. Eskisi kadar eskiyi düşünmeyince hayal de kurmuyorum. Ne aşk ne kariyer... An dedikleri yerdeyim. Ve çok önceden okumuştum ''Soğuk kış gecelerinde kariyerine sarılıp uyuyamazsın.'' diyordu biri. Bu söze sırtımı verip ilerledim her ilişkimde. Aşk için yaptığım hiçbir şey beni pişman etmedi. Annemle tanışmandan, arkadaşlarımla vakit geçirmenden de pişmanlık duymuyorum dolayısıyla. İçimde uzun zamandır yazmamaktan duyduğum tükenmişlik hissinin yokluğu var. İçimde mutluluk var. Biraz sonra boşluğa dönüşecek. Ben isterdim, seni. Ama kalbinin zamanı buna hazır değil.
Söylesene, sana hiç mektup yazdılar mı?
Comments