google-site-verification: google5de5c95d93b82466.html
top of page
Yazarın fotoğrafıKezban Mert

Zebercet


Zebercet her zamanki yerinde oturmuş o donuk ifadesi ile otel fişlerini dolduruyordu. Otelin neredeyse tüm odaları doluydu. Günlerdir boş olmasına rağmen doluymuş gibi gösterdiği oda hariç sadece iki odası boş kalmıştı. Aydın Bey elinde gazetesi odasına geçerken Zebercet de otelin kapısını kilitlemek için hazırlanıyordu. Masasını düzeltti, fişleri ve kalemi yerine koydu, kalktığı sandalyesini düzgünce yerine yerleştirdikten sonra cebinden anahtarını çıkartarak kapıya yöneldi. Kapalı yazısını dışa dönük bir şekilde çevirip anahtarı yuvasına yerleştirdiği anda camın yumruklanması ile irkildi. Dışarıdaki yağmurun şiddetli sesinden gelenleri duymamış olmalıydı, zaten son üç gündür fazlaca dalgındı. Hepsi o kadının suçu diye düşündü. Camın daha hızlı yumruklanması dışarıdakileri fazla beklettiğini gösteriyordu. Başını silkeledi ve hemen kapıyı açarak onları içeri buyur etti. Fazlaca ıslanmış ve üşümüş görünüyorlardı. Boyutları farklı olsa da hepsi bıyıklıydı, saç kesimleri de birbirine çok benziyordu, sadece bir tanesinin favorileri çenesine kadar iniyordu. Neredeyse aynı boydaydılar ve içlerinden biri yuvarlak, küçük camlı gözlük takıyordu. Hepsi bir ustanın elinden çıkmış oyuncak bebeklere benziyorlar diye düşündü Zebercet. Sonra da dudağının üzerindeki minicik kıl yumağını okşadı, yarın bunlardan kurtulurum diye geçirdi içinden. Yerine geçip oturduğunda gözlüklü olan konuşmaya başladı. Ama dediklerinden hiçbir şey anlamıyordu Zebercet, ecnebi olduklarını nasıl da anlayamamıştı.


Baktı anlaşamıyorlar az önce odasına çekilen Aydın Bey' in kapısına gitti utana sıkıla. Aydın Bey adı gibi aydın birine benziyordu. Üç gündür otelde kalıyordu ve onu ne zaman görse bir şeyler okuyordu. Duruşu, bakışı, yürüyüşü, giyimi hepsi onun okumuş, kültürlü biri olduğunu vurguluyordu. Aydın Beyin henüz uyumamış olmasına sevindi Zebercet. Hatta onun kendisine tercümanlık yapmayı kabul etmesi üzerine belki de ilk defa dudakları yay gibi gerildi ve aradaki boşluktan dişleri göründü. Aydın Bey ecnebi heriflerle konuştuktan sonra Zebercet' e döndü ve onların konser için Ankara' ya geldiklerini ve İstanbul’ a dönerken trenin arıza yapması nedeniyle bu otele sığındıklarını anlattı. Zebercet iki odası olduğunu ama bir tanesinde üç yatak olduğundan kapıyı kilitlememelerini, arıza yapan trenden gelen olursa o yatağı vereceğini söyledi. Adamlardan gözlüklü olan buna çok sinirlenmişti. Diğerlerinin ona seslenmesinden adının John olduğunu anlayabilmişti sadece ama öfkesi çok net belliydi. Sonunda Aydın Bey o boş yatağın parasını vereceklerini ve odaya kimseyi almasını istemediklerini söyledi. Parasını vereceklerse almam dedi Zebercet. Sorun çözülünce herkesi odasına yerleştirdi, Aydın Bey ile John adlı adamın odalarının ortasındaki odanın kapısında durdu. Kilidini açıp içeri girdi ve yatağın demirine asılı olan havluyu alıp kokladı. Bunu yaparken de dudaklarıyla ıslak ıslak öperek havluyu parmakları arasında sıkıştırdı. Sonra havluyu asarak odasına gitti. Ayaklarını yıkayıp yatağa yattığında uyuyamadı. Son zamanlarda kendine yeni bir oyunu alışkanlık edinmişti ve alt kata, ortalıkçı kadının odasına indi ama içeri girmeden gerisin geri döndü.

Sabah uyandığında duşunu almış ve yeni takımını giymişti. Tıraş olurken çok zor aldığı kararı uygulamış ve dudağının üstündeki küçük kıl yumağından kurtulmuştu. Her zamanki yerine geçip müşterilerin uyanmasını beklerken birden kapı açıldı. Üç gün önce otelden ayrılıp yıllardır yuvası olan bu oteli kendisine zindan eden kadın gelmişti. Onu görünce elindeki kalemi düşürüp ayağa kalktı ve ceketini ilikledi. Hareketleri sanki zaman yavaşlatmış gibi çok geriden geliyordu. Kadın onun bu haline gülümserken ‘’Odam boş mu?’’ dedi.


‘’Bıraktığınız gibi duruyor, hiçbir şeye dokunulmadı.’’


‘’Güzel, anahtarı verin öyleyse.’’


‘’Kimliğinizi bulabildiniz mi? Fişe yazmam gerekiyor, kaybettiğinizi söylemiştiniz.’’ Kadın güldü ve anahtarı alarak merdivenlere yöneldi. O sırada John aşağı iniyordu ve kadın onu görünce heyecanla yanına koştu. Belli ki bu soytarıyı tanıyor diye düşündü Zebercet. Çok geçmeden lobide oturmuş çay içiyorlardı. John ona fotoğrafını imzalayıp verirken kadın boynuna sarıldı. Zebercet onları izlerken elindeki çay bardağını kırdığını ve akan kanları fark etmedi bile. Ama Aydın Bey fark etmişti. Hemen yanına gelip bir havlu ile elini sardı. Zebercet hiç konuşmadan hızla kalktı ve gitti. O gece otelin kapısını kapatıp odasına geçerken kadının kapısının önünde durdu. İçerden kadının sesi geliyordu. Merakla kulağını kapıya dayadığında duydukları onu deliye çevirdi. Kendisine adını bile söylemezken o ecnebi serseriye benliğini veriyordu. Kapının yanındaki vazoyu devirerek odasına gitti ama vazonun çıkardığı ses çiftin umurunda bile olmadı.


Ertesi gün Aydın Bey ona bir sürü nasihatte bulundu. Sanki olanları anlamış gibiydi. Zebercet onun daha ne kadar otelde kalacağını merak ediyordu. Boşalan tüm odaları temizletip kapısını kilitliyor, gelenlere boş yer olmadığını söylüyordu. Aydın Bey tüm gün lobide oturduğundan bunların farkındaydı, arada kitabının üstünden gözlüğünü indirip ona bakıyordu. Zebercet bu bakışları fark etmiyor gibi yapıp konuşmaktan kaçınıyordu. Öğleden sonra bir demlik çay yapıp ecnebilerin odasına götürdü. Bozuk telaffuzu ile Aydın Bey' den öğrendiği birkaç sözcük sayesinde otelin ikramı olduğunu anlattı. Gülümseyerek kabul ettiler çayı. Aradan geçen iki saatin sonunda odalarına çıktığında hepsi bir köşeye yığılıp kalmışlardı. Üzerlerini yorganla örtüp diğer odadaki eşyaları da bu odaya taşıdı ve kapılarını kilitledi. Akşam yemeğinden gelen kadın gözlüklü adamı sorduğunda Zebercet her zamanki donuk ifadesi ile otelden ayrıldıklarını söyledi. Kadının yüzünün düşmesi onun gerilip yumruklarını sıkmasına neden oldu. Gece olduğunda her zamankinden farklı olarak uyku öncesi duş aldı. Tütün kolonyası sürdü ve saçlarını limonla taradı. Eline yine bir demlik çay alıp kadının kapısını çaldı. Her zamanki güzelliği ve alaycı gülümsemesiyle açtı kadın kapıyı. Çay ikramı hoşuna gitmişti kadının, kabul etmesi ise Zebercet’in hoşuna gitmişti. Bir saat sonra geldiğinde kadın kapıyı güçlükle açtı. Ayakta duracak hali kalmamıştı. Düşecekken Zebercet atılıp onu tuttu. Bedeninin sıcaklığı birkaç saniye kilitlenip kalmasına yetti. Sonra toparlandı ve kadını içeri alıp kapıyı kapatarak içeriden kilitledi. Kadını yatağına yatırdığında sayıklar gibi konuşması artık bilincini kaybetmeye başladığını gösteriyordu. Zebercet kadını soyduktan sonra kendisi de soyunarak yanına yattı. Ardından onu ilk gördüğü günden beri düşlediği her şeyin gerçekleşmesinin verdiği hazla sarhoş olup sızdı.


Sabah olduğunda Aydın Bey' in de otelden ayrılıyor olması onu şaşırttı. Bugün bir yolunu bulup onu otelden göndermenin çaresine bakacaktı. Bu iyi oldu, hem de çok iyi oldu diye düşündü. Aydın Bey' den son gecenin ücretini almadı, ikramımız derken dudakları gerilmişti yine. Sonrasında fişleri alıp karakola götürdü, oradan da postaneye gidip otelcinin parasını gönderdi. Otele geldiğinde ortalıkçı kadını çağırdı yanına. ‘’Al bu birikmiş aylığın, eşyalarını topla akşama gidiyorsun.’’


‘’Hayırdır ağam bir kusurum mu oldu?’’


‘’Yok. Dayın aradı. Anan ölmüş, öyle söyledi.’’ Kadın ağlayarak odasına gitti. Az sonra elinde bir bohça ile gelip helalleşerek ayrıldı otelden. Zebercet gece yarısına kadar bekledi. Her gelene otelin dolu olduğunu söyleyip gönderdikten sonra kapıyı kilitleyerek kapalı yazısını cama astı. Yukarı çıkıp kadının yanına yattı. Buz gibi bedende son kez düşlerini gerçekleştirip o eşsiz haz duygusunu yaşadı. Ardından otelin geçmişte kurtulduğu ama artık kaçınılmaz olan sonunu getirdi. Zaten ahşap olan otel perdelere dökülen tütün kolonyası sayesinde kolayca tutuştu ve külleri rüzgârla birlikte şehrin dört bir yanına savruldu.



64 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page